Hürriyetimizin, Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladığımız bugünlerde, bu yayınımızla Cumhuriyetimize dair bir öngörü ve davet sunmak istiyorum.
29 Ekim pazar günü sabaha karşı içimde Türkiye topraklarıyla ve sonra da Atatürk ile konuştum. Gönül isterdi ki; hepimiz, bütün vatandaşlarımız ve bu topraklarda yaşayan tüm canlılar için çok daha parlak, çok daha aydınlık, çok daha iyi koşullarda kutlansın, 100. yıl. Türkiye, dünya üzerinde bambaşka bir stratejide, bambaşka bir konumda olsun isterdik.
Ve biliyorsunuz ki; politika konuşmayacağım, kesinlikle oralarda değiliz. Bizi ilgilendiren kişisel iradelerimiz, kişisel gelişmişliğimiz, şifalanmalarımız ve ondan sonra da sağlıklı kitleler yaratmamız.
‘Onun adına ne aktarabilirim, nasıl kutlayabiliriz, ne yapabiliriz, üzerimize düşenler ne?’ diye sordum; çünkü ikinci yüzyılı biz görmeyeceğiz. 100 yılı devirdik; ama 2123’ü görmeyeceğiz.
Türk vatandaşları olarak ülkemizi nereye taşıyabiliriz, ne yapabiliriz? Veya burada, bu
topraklarda yaşayan ve kökü, ataları Türk olan insanların üzerine düşenler neler, ne yapabilirler?
Atalarımızın bize bıraktığı bu mirası daha iyi koşullarda, daha iyi bir konumda bizden sonra gelenlere nasıl bırakabiliriz? Ve Türk topraklarında, dolayısıyla da dünyada,
kendimiz için daha iyi bir dünya nasıl yaratabiliriz?
Cumhuriyetimizin 100. yılı çok değişik zamanlara denk geldi. Biliyorsunuz, güneş ve ay tutulmasını Tutulma Sezonuna Hazırlık başlığı altında youtube kanalımızda 2 ayrı yayın yaptık ve isteğinizi yerine getirerek podcast kanalımız MOTALKS’ a da yükledik. Dolayısıyla bizim yorumumuzu isteyenleriniz, artık dünyamız için nerelerdeyiz biliyorsunuz.
Biraz da Türkiye, Türk toplumu, Türk vatandaşı olarak ne oluyor, enerjetik olarak nerelerdeyiz, bir baktım. Belirttiğim gibi bu sabah topraklarımızla konuştum, Atamı çağırdım.
Söylediklerimin yanlış anlaşılmaması için önce şu cümleyi paylaşmak istiyorum; “doğru anlamak isteyen için yanlış bir şey söyleyemezsiniz; ama sizi yanlış anlamak isteyen için de doğru bir şey söyleyemezsiniz”. Dolayısıyla eğer beni doğru algılamak istiyorsanız, zaten yanlış bir şey söyleyemem; ama yanlış algılamak istiyorsanız da sizin için doğru bir şey söyleyemem. Bu nedenle kararı size bırakıyorum.
Önce Atatürk’e Cumhuriyet, Hürriyet için verdiği mücadeleye, öngörülerine ve liderliğine Meditasyon Okulu olarak saygımızı iletiyorum; silah arkadaşlarına, kan dökmüş bütün şehitlerimize, gazilerimize saygımızı iletiyorum; onlar sayesinde buradayız.
Bununla birlikte, genel olarak Cumhuriyeti her kutladığımızda “Atamıza borçluyuz, şehitlerimize borçluyuz, onların döktükleri kana borçluyuz.” diyoruz. Enerjetik olarak ele aldığımda bu ‘borçlu’ kelimesi bizi aşağıya çeken bir kavram. Aslında miras bırakıldı ama borçlu değiliz. Borçlu kaldığımızı hissettiğimiz sürece bu yükün altında eziliyoruz, açılamıyoruz ve aydınlık yerlere gidemiyoruz.
Şimdi ‘şehitler var, kan döktüler ve borçluyuz’ kelimelerini, bu enerjileri, bu borçluluğu, bu yükü canlı tuttukça (kadınların ve erkeklerin içindeki de) eril enerji bu yükün altında ezilirken hepimizin içindeki dişi enerji çaresizliğe itiliyor. Toplumdaki umutsuzluk, karamsarlık, ayrımcılık sonucunda da bizi kıtlığa doğru itiyor.
Bu kadar bereketli topraklarda; 3 tarafımız denizlerle çevrili, Marmara Denizi gibi koskoca bir iç denizimizin, 2 tane boğazımızın olduğu bu topraklarda, akışın, bolluk bereketin gani gani olması gereken topraklarda akış limitli, kısıtlı, insanımız gelecek kaygısında. Bu kaygılar gerçek olduğu gibi yersiz de. Konumsal, topraksal, zihinsel açıdan aslında çok yersiz.
Bizler kanında cesaretiyle, azmiyle, hayalleriyle, tutkularıyla, parlaklığıyla yaşayan insanlarız; çok tutkuluyuz ve çok canlıyız ama bu canlılık karamsarlığa çekildi, karamsarlığa doğru sürükleniyor ve gelecek için birçoğumuz karamsarız. Sonucunda bu kadar bereketli topraklarda kıtlık bilincine geçtik. Ve fakat hatırlatmak isterim ki; yokluktan bu Cumhuriyet yaratılmış, elimizdekileri katlaya katlaya kullanarak yaratılmış, şehitlerimiz atalarımız karınları açken çizmelerini yiyerek Cumhuriyeti kurmuşlar; Cumhuriyet adına, özgürlüğümüz adına, topraklarımız adına canlarını vermişler; gerçek burası. Şimdi onlardan, onların azminden, tutkusundan, cesaretinden, mertliğinden yükselme zamanı geldi.
Bu yayında size bir öngörü ve davetim var. Bu davetle neler yapabiliyoruz, oralara doğru bir geçelim istiyorum ki; bize bırakılmış bu mirasın, cumhuriyetimizin, yeni yüzyılın hakkını verebilelim.
Öncelikle şu anda biz neredeyiz? Ani üreyen hastalıklardayız, beyin göçündeyiz.
Elimizden o pırıltı gitmeye başladı; nerelerde insanımız, gençlerimiz? Ve şiddet, nefret, ayrımcılık, kin söylemleri gittikçe artıyor. Nerede bizim barış isteğimiz, nerede bizim Cumhuriyetimize sahip olma güdümüz, nerede topraklarımızın değerini bilmek?
Ve buralardayken, size bir önerim var; ama önce, nerede olduğumuzun gerçeklerini kabul etmemiz gerekiyor.
Politik bir insan değilim demiştim ve belirttiğimin politikayla alakası yok;
topraklarımıza yaydığımız enerjiyle, toprağın altından çıkmak isteyen o canlı enerjiye ne kadar izin verdiğimiz ile alakası var.
Önerim; herkesin kendi içindeki Cumhuriyeti, Hürriyeti eline alabilmesi. Biliyorum konuşmak istediklerimizi konuşamadığımız, yazmak istediklerimizi rahatça yazmadığımız, ifade özgürlüğümüzün aslında olmadığı bir ülkedeyiz; ama buraya bir şekilde “borçlu olmakla”, “borçluyuz” kavramı ile gelindi. Bize miras bırakılan bir şeye biz borçlu değiliz, sadece “bunu daha iyiye nasıl evirebiliriz?” sorusuyla yükümlüyüz ve bunun için sorumluluklarımız var.
Sizleri duygusal olgunluk ve gelişmişliğe davet ediyorum ve öngörüm bu. Duygusal olgunluk ve gelişmişliği nasıl yapacağız?
Her birimiz öncelikle ‘canı yananlar ancak can yakar’ın gerçeğini bileceğiz. Can yakma kısmından bir vazgeçmemiz gerekiyor. Canımızın yandığı yerleri görüp, nasıl bu kalp kırıklıklarımızı, canımızın yanmalarını -hayallerimiz vardı hayatımızla, ülkemizle ilgili- bu hayal kırıklıklarını nasıl kendi içimizde şifalandırabiliriz, oraları konuşacağız.
Her birimiz birer enerji kaplarıyız. Bir çay veya kahve kabı/fincanı gibi ve içinde ne varsa -mesela çay- bir minik çarpmayla, bir minik tetikle o dışarıya çıkıyor, sıçrıyor. Şimdi bizler enerji kapları olarak içimizde ne olduğunu bilelim, gerçekçi olalım. En yoğun duygularımız ne, en yoğun barındırdığımız enerjiler ne, en büyük hayal kırıklıklarımız ne? Ve ondan sonra onları nasıl şifalandırabiliriz, ne
yapabiliriz? O kaba birisi minik bir tetik vurduğunda benden ne çıkacağı artık benim sorumluluğum, çarpan insanın sorumluluğu değil. Herkes bu kaba, bu kahve fincanına çarpabilir, kazada olabilir. Ama buradan ne döküldüğü benim sorumluluğum; çünkü içine ben koydum ve bunu nerede, ne şekilde, hangi güvende barındırdığım da benim sorumluluğum.
Sizin enerji kabınıza birisi çarptığında içinizden dışarıya tutkularınız, hayalleriniz, azminiz, cesaretiniz, ışıltınız mı etrafa sıçrıyor, yoksa acılarınız, korkularınız, öfkeniz, hayal kırıklıklarınız, pişmanlıklarınız, kininiz, nefretiniz, öfkeniz mi? Veya bundan sonra dışarıya nelerin sıçramasını seçiyorsunuz?
Burası bizim kişisel sorumluluğumuz. Her birey kendi enerji kabının içinde ne tuttuğuna bakıp, onun sorumluluğunu alırsa, ondan sonra etrafına neyi yansıtıp, neyi sıçratacağına vakit ayırırsa, dikkat ederse, oralarda çalışırsa işte o zaman Atalarımızın bize bıraktığı Cumhuriyeti korumuş, geliştirmiş, daha bilinçli bir şekilde içinde yaşamış ve gelecek nesillere de ulaştırmış oluruz.
Benim size aktarmak, sizi davet etmek istediğim enerji buydu. Bir tarafım cumhuriyetimizin 100. yılı kutlamaları için heyecanlanıyor, umutlanıyor; bir tarafım da “gelecek nesillere ve kendimize ne yapabiliriz, daha iyi nerelere gidebiliriz?” sorularıyla haşır neşir oluyor.
Hep birlikte şimdi ellerimiz kalplerimizde bir söz verelim mi? “Bundan sonra benim kişisel enerji kabımdan tutkularım, hayallerim, azmim, cesaretim, mertliğim, dürüstlüğüm, parıltım, ışıltım yansısın. Ve o yansıyan ışıkla, parıltıyla topraklarımız şifalansın. Atalarımızın döktüğü kan şifalansın; acı, şiddet, kin, nefret artık ışığa dönüşsün. Ve bu borcun altında ezilmektense, çaresizliğe karamsarlığa düşmektense hep birlikte umudu ve aydınlığı yayalım.”
Daha parlak, çok daha umut vadeden, her bir bireyin kendi içinde özgür ve özgün hissettiği bir yüzyıla şimdiden şükürler olsun.
Kabımız ışık dolu, tutkumuz dolu; kabımız özgürlüğümüz, özgünlüğümüz dolu.
Sizleri çok seviyorum.
Cumhuriyetimizin yepyeni 100 yılını atalarımızdan getirdiğimiz yükleri bırakarak karşılamak, hafifleyip, resetlenmek, yepyeni ve tutkularımızla, azmimizle ve cesaretimizle parlak bir geleceği yaratmak için Yeniden Başlama Sanatı Atölyemizi öneriyoruz.
‘Posalarınızdan sağlıklı bir şekilde kurtulacağınız, damıtılmış öz halimize ulaşarak yeniye başlamak adına derin ve etkin bir özel çalışma yapacağınız
Yeniden başlama yolunda en sağlıklı adımları atacağınız Yeniden Başlama Sanatı Atölyesi & Meditasyonu’nda buluşalım.
Kaynak: Ezgi Sorman
İlgili yayını, okulumuzun youtube kanalından da ayrıca izleyebilirsiniz.