Yayınlarımda niyetim; sizlere enerjetik genişlemenin sırrını vermek, içinizdeki gurunun, hocanın, master’ın uyanması ve onun ışığında kendinize, iç sesinize, iç ışığınıza, içsel pusulanıza güvenerek yolculuğunuzda emin adımlarla devam edebilmeniz.
Örnek olarak Fransız kahraman Jeanne d’Arc’ın hayatına baktığımızda, kendisi sonunda ölüm olduğunu bilse de davasından vazgeçmedi; çünkü ölüm dediğimiz şey de bir illüzyon.
Ruhun yolculuğunu kavramış insanlar bunları artık anlamaya, algılamaya ve enerjetik genişlemenin sırrına ermeye, perdenin arkasını görmeye başlıyor. Öz güvenimize, öz değerimize, öz saygımıza döneceğimiz, cesaretli ve güçlü adımlar atacağımız An’lara doğru -hem de hızlı bir şekilde- ilerliyoruz.
Dolayısıyla belirsizliklerden doğan bir takım kaos veya “yavaş ilerliyorum, yavaş gidiyorum” ya da “mehter marşındaki ritim gibi iki öne bir geriye adım atıyorum” dediğimiz yerler sona doğru yaklaşıyor.
Aslında ritim birden hızlanacak. Ve enerjinin nasıl hızlanacağı da kendini göstermeye başladı. Bu sebeple de güçlü, cesur, öz güveni- öz değeri- öz saygısı yüksek adımlar atma vakti geldi. Ve tarihten örnekler almamız gerekiyor; ancak geçmişteki hiçbir şeye benzemeyen de bir dönemdeyiz.
Gelişen enerjilerimiz; spiral şeklinde döner. Aynı yere değer ama orayı daha da genişletir. Dolayısıyla “daha önce buna kendi üzerimde bakmıştım, bunu şifalandırmıştım.” veya “bu algım üzerinde, beni kısıtlayan, aşağıya çeken fikirlerim, düşüncelerim, öz diyaloglarım üzerinde daha önce çalışmıştım. Şimdi neden buraya tekrar değiniyorum, dokunuyorum?” gibi bir merakınız varsa bilin ki; enerjiler spiral şeklinde genişler. Örneğin, dalga bir An’da açılmaz, o dalganın açılması etkiyi daha da derinleştirmek üzere spiral gibi dönmesiyle olur. Çember spirale dönüşür. Benim çok kullandığım bir emoji var, mavi spiral “
Özetle, göle atılan bir taşın yarattığı peşi sıra halkalar gibi birden açılmıyoruz. Aynı yerlerden döne döne ama alanı daha da genişleterek, konfor alanlarını bilip, konfor alanlarımızı aynı alan üzerinden genişleterek açıyoruz. Dolayısıyla da aynı köşelere, aynı kenarlara, kıyılara çarpacağız. Bu da enerjetik genişlemenin doğal bir parçası. Sadece aynı yere çarparken farklı bir bakış açısıyla, algıyla, farklı bir pencereyle oraya bakabilebildiğimiz için ismine ‘genişleme’ diyoruz. Aynı kıyıya baktığımız pencere genişliyor.
Ve bu cesur adımları atmış, öz güveni, öz saygısı yüksek, güçlü enerjilere sahip çok fazla insan var, dünya tarihinde. Benzer bir dönem, benzer zaman dilimlerinde yaşandı; fakat bu dönem daha önce hiç yaşanmadı, şu An’da eşsiz bir ilki yaşıyoruz. O yüzden de tarihten esinleneceğiz: Jeanne d’Arc’ın bilincinden ilham ve cesaret alacağız, güç toplayacağız; ama çok eşsiz bir tarihte olduğumuzu, insanoğlunun daha önce böyle bir dönemi hiç yaşamadığını aklımızın bir kenarında bulunduracağız.
Dolayısıyla birebir bir şey beklemek de mümkün değil. 15. Yüzyıl veya 19. yüzyılda da belki benzeri şeyler yaşandı; ama bugün yaşamıyoruz artık. “Sen kâfirsin” denilerek 100 binlerce kişinin önünde linç edilmek imkânsız. Ama kolektif bilinçte bunun olması sebebiyle de bu enerjinin temizlenmesi, bilinçaltından ve kolektif bilinçten böylesi bir eylemin yapılabilirliğinin artık silinmesi ve bitmesi için sürekli çalışıyoruz.
Böylesi bir eylem oldu ve bitti. Biz bunu tamamen tarihe karıştırdık ve kolektiften sildik. Kendi çakra sistemimizden de temizledik ki “ben de günün birinde linç edileceğim” korkusuyla yaşamayalım.
Bu arada, bloglarımızda yazılanlardan, görsel yayınlarımızdan veya çalışmalarımızdan ne anladığınız sizinle ilgili, duygunuz da sizinle ilgili. Lütfen duygularınızın sorumluluğunu alın ve “ben neden bunu hissediyorum, şu anda?” diye bir bakın.
Sabah meditasyonumda; Jean d’Arc’la beraber Nazım Hikmet, Aziz Nesin, İdil Biret, Fazıl Say geldi geçti, gözlerimin önünden. Onların davaları, dertleri kalbimden geldi geçti; Aziz Nesin’in, Nazım Hikmet’in birçok lafı, İdil Biret’in “Nasıl seyirci olunur?” konuşmaları, Fazıl Say’ın içinde Türk milletine küsmesi ama yine de Türklüğünden vazgeçmemesi, sanatına sahip çıkması, kendisine olan saygısı ve akıtmaya devam etmesi… Bütün bunlar aktı gözümün önünden, onlardan güç ve cesaret aldım.
Önemli olan; bilinci yükseltmek üzere belli kalıpları aşmak, ondan sonra belli bir
seviyeye varmak, kolektif ile beraber çalışmak ve Evrenin mesajcısı olmak, öncü olmak, lider olmak ve sözünün de arkasında durabilmek. Aynı zamanda cehalete karşı durmak. Cehalet derken kişiye özel bir şey söylemiyorum, bu bir kişi değil. Bu, karanlığın kendisi. Sen bana karşı değilsin, ben sana karşı değilim. Bütün insanlık aslında birbiriyle kardeş. Biz hep beraber karanlığa karşıyız ve aslında karanlık için
savaşıyoruz, gölgelerimizi görebilmek adına çalışmalar veriyoruz.
Dolayısıyla herhangi bir insanın söylediği bir cümleden tetiklenip, duygu hissetmek de kendi karanlığına dokunabilir hâle gelmek demek. Ve bu da çok kutlanası bir olay.
Suçu, sebebi karşı tarafta aramaktansa “Burası bana dokundu, o spiral genişlerken benim bir köşeme, bir kenarıma daha dokundu; çünkü dokundu ki, bir şeyler hissediyorum”. diyebilmek demek.
Dokunan yerlerinizin sorumluluğu sizde. Bunu kendiniz mi çalışırsınız, meditasyona mı oturursunuz, terapistinizle mi çalışırsınız; bu size ait. Ve fakat lütfen dokunan tarafların sorumluluğunu alın ve kutlayın. Bu çok güzel ve değerli, bir şeyler size dokundu. Dokunmasından korkmayın.
Jeanne d’Arc “korkmuyorum, çünkü ruhumun neden bu dünyaya geldiğini biliyorum, neden yaratıldığını, neden doğduğunu biliyorum. Dolayısıyla korkmuyorum.” demişti.
Şimdi korkmamanın ne demek olduğunu biraz açmak istiyorum. Korkmamak; korku hissini, o duyguyu hissetmemek değil. “Korkma” derken ‘korkuyu hissetme’ demiyoruz, “hissettiklerinden korkma” diyoruz, aslında. Korkular seni genişletmek için var. O yüzden de kenarlarına köşelerine çarpıyor. Hüznünden, acından, öfkenden, kıskançlığından, kibrinden, korkularından korkma; ama onları da çok ciddiye alma.
Hislerinin, duygularının farkına var. Spiral genişlerken bir yerlerine dokunuyor, o dokunduğu yerin bilincine var, sorumluluğunu al. Enerjetik genişlemenin sırrı, bu.
“Bana dokunan şeyler beni genişletmek üzere, köşelerime, kenarlarıma, kıyılarıma dokunuyor ki; çember biraz daha genişlesin, şu kısıtlı bilincim biraz daha açılsın. İdrakim, konfor alanım biraz daha genişlesin, tutuculuklarım biraz daha açılsın, yeni pencerelere izin verebileyim. Işık çatlaklarımdan içeri girsin ki; karanlık, gölge oyunlarına dönüşsün. Ve ben gölge oyunlarındaki oyunu fark edebileyim. Sonra da gölge oyununun ötesine geçeyim ve ışığın gerçekten nereden geldiğini göreyim. Perdenin arkasına girebileyim, perdenin arkasında, sahnenin arkasında ne olduğunu idrak edeyim.”
Aslında sahnenin önü gerçek değil, gerçek olan perdenin arkası, ışığın geldiği yer. Bu dünya sadece projeksiyonlarımız ve projeksiyonlarımızı da ancak ve ancak kıyılarımıza, köşelerimize çarpanlarla bulabiliriz. Ama sizin kıyılarınıza, köşelerinize neyin çarpacağını ben bilemem ve çarpanların da sorumlusu ben değilim, hiç birimiz değil. Hiçbirimiz; hiçbirimizin ve hiçbir duygunun suçlusu, sorumlusu değiliz.
Zaten suçlu da yok. Sen de bir takım duyguları, yasını hissediyorsun, kıskançlık
veya öfkeyi, acıyı hissediyorsun diye suçlu değilsin. Duygularının sorumluğunu almadığın zaman suçlu olabilirsin. Suçlu hissetmemek için karşı tarafı suçladığında ise evet, sen suçlusun.
Ve işte Aziz Nesinler, Nazım Hikmetler, İdil Biretler, Fazıl Saylar aslında buralardaki bilinç sistemini de yükseltmek için çalıştı. Türk kültüründe ve dünyada da o yüzden varlar, hala enerjetik olarak varlar. Bu insanlar perspektifi; geniş bilince, geniş fikirlere, aklı hür, vicdanı hür, zihni hür bireylere doğru götürmek için varlardı ve hala varlar.
Ve fakat o insanların da zamanı değil şu anda. O dönem de çektikleri zorluklar da bitti. Onlar zaten çektiler ki, bizler de çekmeyelim. Jeanne D’Arc bir öncü ruh oldu. Ve döneminde çektiği birçok acı oldu ki, biz bugün yine aynı durumu yaşamayalım. Nazım Hikmet sürüldü, çektiği acılar oldu; sonra da sanatıyla akıttı ki, biz bugün aynı acıları çekmeyelim. O sebeple de çekmeyeceğiz zaten. Kimsenin kahrını, kimsenin duygusunun, karanlığının sorumluluğunu üzerimize almayacağız.
O zamanlar insanlar “sen kendi duygularının sorumlususun” diyemiyordu. Bu kadar özgürlük dahi yoktu. Ve fakat günümüzde var. Biz bugün daha cesur, daha güçlü olduğumuz, öz güveni ve öz saygısı yüksek adımlar atabildiğimiz için yarın daha da başka özgürlüklere sahip olunacak.
Güçlü olmak demek, kendi hançerlerimizi kalbin içine kadar saplatmamak demektir. Güçlü olmak demek, olayları yaşarken, başınızdan bir takım durumlar geçerken, zorlu duyguları hissederken merkezimizde sarsılmadan tüm deneyimleri deneyimleyebilmek demektir. O bilgenin, dingin tanığın gözlerinden, korkunun ne demek olduğunu bilmeyen ve öyle bir mevhumu olmayan ruhun yapısından deneyimleyebilmek; bu hayat yolculuğunu. Oraya doğru da gidiyoruz.
Ve bu dünya da bizim gelecek nesillerden ödünç aldığımız bir yer, bize ait değil. Bu dünyayı, geleceğin atalarından ödünç alıyoruz. Bunun da bilinciyle adımlarımızı atacağız. Evet, bu dünya bize atalarımızın mirası ama çocuklardan da ödünç alıyoruz. Diğer bütün canlılardan da ödünç alıyoruz. Bu bilinçle yaşayacağız.
Şimdi derin ama konuşulması gereken mevzulardan bahsettim; çünkü biz kendi aramızda bunu ifade etmezsek, bu satırları okuyan sizler gibi öncü ruhlarla yapmayacaksak bu işi, kimlerle yapacağız?
Bu dönem enerjetik genişlemenin sırrına ererek, dönüşümün, öz saygısı yüksek, içinde ferahlığını
hissedebilen bireyler olmanın keyfini, tadını çıkartın.
İyi ki varsınız, iyi ki birlikteyiz.
Bana umut veriyorsunuz.
Sizi çok seviyorum.
Bambaşka, daha önce hiç yaşanmamış bir dönemden geçerken tutunacağımız dal, enerjetik genişlemenin sırlarından biri de öz şefkati her daim hatırlamak. Bunun için hem sevdiklerinize hem de kendinize öz şefkatin yumuşak gücü ve desteğini hatırlatacak şifa dolu yılbaşı paketleri hazırladık. Sadece 20 adet olarak sınırlı sayıda üretilen yılbaşı paketlerimiz hakkında detaylı bilgi edinmek için bizimle şimdi iletişime geçin.
Kaynak: Ezgi Sorman
İlgili yayınımızı okulumuzun podcast kanalı MOTALKS’tan ayrıca dinleyebilirsiniz.