İlişkilerde Denge Sohbetleri serisiyle niyetim ilişkilerdeki en temel, kafa karıştıran kurcalayan, sorulara biraz açıklık getirebilmek; hap mahiyetinde. Her zamanki gibi ve bir parça irdeliyoruz, işin içine giriyoruz, kendimize sormamız gereken soruları buluyoruz.
Bu arada bu temalar sizi de kurcalıyorsa, sonrasında çalışmalarınızı yaparken onlara biraz daha bakıp yaklaşabilirsiniz.
Bugünün teması “Sevgi Yeterli Mi?”
Şu cümleler çok gelir, sizde kendinizi aynı yerlerde hiç buldunuz mu?
“Seviyorum ama; bir türlü uyumlanamıyoruz, seviyorum ama; bir türlü ilişkiyi dönüştüremiyoruz veya seviyoruz birbirimizi ama duyamıyoruz, anlayamıyoruz, anlaşamıyoruz. Çok sevdiğim için bırakamıyorum; sevgisiz değilim ama ilişkinin bitmesi gerektiğini biliyorum, uyumlu değiliz ama sevdiğim için bırakamıyorum.”
O zaman herhangi bir ilişkide sevgi yeterli mi? Bu illa ki romantik ilişki olmak zorunda değil; bir arkadaşınızla veya işinizle olan ilişkiyi de kapsıyor.
Konuya girmeden önce sevginin ne demek olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Sevgiyi bir duyguyla karıştırıyoruz. Sevgi aslında bir duygu değil, sevgi bir olgu, varoluşun bir modeli, sevgi bir varoluş halidir. Dolayısıyla bir varoluş halinde “seviyor muyum, sevmiyor muyum?” sorusu da aslında mantıksız. Hepsini açıklayacağım, yavaş yavaş gireceğiz işin içerisine.
En başta “ilişkilerde sevgi yeterli mi?” sorusunun hemen cevabını vereyim:
Sevginin ne demek olduğuna ve sevgiye nereden baktığımıza bağlı olmak kaydıyla, cevabı; evet yeterli de olabiliyor, hayır yetersiz de. Eğer sevginin ne demek olduğunu öğrenmişseniz ve öz sevgiyi içinizde yeşertmişseniz, canlandırmışsanız, bereketini artırmışsanız o sevginin özdeki değerini, özdeki yansımasını deneyimlemişseniz, ilişkilerde sevgi yeterlidir. Ancak sevgi “seviyorum ama hayatımda tutuyorum” demek değildir.
Eğer öz sevgiyi kendi içimde uyandırıp, o sevginin ne demek olduğuna kendi içimde dokunduysam, sevginin ne demek olduğuna dair bir mevhumum var. Bu mevhuma nereden yaklaşabiliyorum? Kendi varoluşumu, doğamı kabul edişimle, kendimi doğrusuyla yanlışıyla, eğrisiyle büğrüsüyle kabul edişimle. Kendimi olduğum gibi kabul ettiğimde, o zaman her şeyi de olduğu gibi kabul ediyorum. Karşımdaki insanı, ilişkide bulunduğum insan kimse onu da olduğu gibi kabul ediyorum.
Ve işte bu sevgi – ben seni çok seviyorum, kendimi de seviyorum ve bu yüzden de özgür bırakabiliyorum haline dönüşebilir. “Ben kendimi seviyorum, görüyorum ki; senin hallerin bu, doğan bu, yapın bu. Ve yine görüyorum ki; biz uyumlu değiliz, o zaman sevgi zor ve bizi bir arada tutmak zorunda değil.” Sevgi bizi özgürleştirebilir.
“İlişkim var, sevgim var; ama ilişkiyi bir türlü dönüştüremiyorum.” dediğinizde eğer kendinizi sıkıştırdıysanız; dönüşüm sizinle başlıyor, sizinle ilgili, sizinle alakalı. Ve sevgi bütün ilişkileri dönüştürmek zorunda değil.
“Ben bütün ilişkilerimi dönüştürdüm ve istediğim hale soktum” demek de değil; siz kendinizi istediğiniz hale sokuyorsunuz.
Örneğin; eğer siz bir gül çiçeğiyseniz ve toprağınız, suyunuz, neminiz, gübreniz size göre veriliyorsa, güneşi buna göre alıyorsanız, orada yeşereceksiniz ve çiçek açacaksınız.
Bir başkası avokadoysa ve sizin bulunduğunuz alan tropikal bir iklim değilse, o avokado orada yetişmeyecek. Dolayısıyla “ben kendimi seviyorum, gül olduğumu gördüm ve bu topraklarda yeşerdiğimi biliyorum, senin de avokado olduğunu gördüm, sen de tropikal topraklarda yeşereceksin, o zaman seni özgür bırakıyorum, sen git nerede yeşereceksen orada bulun”. diyebilirsiniz.
Sevgi budur. Sevgi özgürleştirir. Sevgi sıkıştırmaz. “Sevgi yeterli mi ki; neden dönüştürmüyor? Sevgi var ama bu neden olmuyor?” Sevgi eğer sıkıştırıyorsa onun adı sevgi değil; o başka bir duygu, başka bir olgu. Sevgiyi yanlış anlamamız, başka olgularla karıştırıyor olmamız, sevgiyi duygu zannetmemizdendir.
Sevgi bir varoluş biçimidir, varoluşun bir halidir, sevgi yeşertir, özgürleştirir, çiçek açtırır.
Bununla birlikte ilişkilerde eğer bir tetiklenme varsa, bir yargı varsa; kendi içinize, özünüze, kendinize çok yaklaşamamışsınız ve sevgiyi içinizde yeşertememişsiniz, uyandıramamışsınız ve sevgi duvarlarınıza dokunamamışsınız demektir.
Her ilişkimiz bize, bizi yansıtıyor. Biz kendimize yaklaşınca nelerimize yaklaşıyoruz? Yargıladığımız noktalarımıza, kendimize, eleştirdiğimiz noktalarımıza, yaralarımıza, travmalarımıza yaklaşıyoruz. “Kendime, özüme yaklaştım” demek bu; buralara yaklaşıp, buraları geçtikten sonra sonsuzluğumuza doğru dokunmaya başlıyoruz.
“Kendime yaklaştım” demek; kendimi seviyorum, her halimle seviyorum demek; yaralarımı biliyorum, yaralarımı şifalandırabiliyorum, şifalandırmak için adımlar atabiliyorum, travmalarımı, sınırlarımı biliyorum, hoşlandığım- hoşlanmadığım şeyleri biliyorum; kendi özümde değerlerimi bir şekilde biliyorum, demektir.
Her girdiğim ilişki- farkında olmadığım, çalışmadığım yaralarım varsa ya da yargılarım – bunları yansıtacak bana, kendimde eleştirdiğim noktaları veya geliştirmek için her neye ihtiyacım varsa, kendimi de özgürleştirmek için her neye ihtiyacım varsa, onları yansıtacak.
Yansımalar olduğunda ya tetikleniyoruz – tetiklenmek tamamen sizinle alakalı – ya da yargılıyoruz. Bunun sebebiyse, örneğin; sizde bir kıtlık bilinci var, aileden gelen bir yetersizlik olgusu var ve içinizdeki en büyük yaralardan, en büyük travmalardan bir tanesi yetersiz olduğunuz veya elinizdekinin yeterli olmadığı, yani kıtlık bilinci. Eğer bu olgunun ne demek olduğunun farkında değilseniz, özellikle romantik ilişkilerde, çektiğiniz her kişi kıtlık bilincinde olacak ve bu sefer tetiklenmeler olacak, o insanın kıtlık bilincinden doğan hareketlerine tetikleneceksiniz veya çok yargılayacaksınız, yargıladığınız zaman da aksini çekiyor olacaksınız.
Hayat size öğretmek için karşınıza kendinizle birebir aynısını getirecek veya bolluk bilincinde olan bir insanı getirecek ki; bakalım onunla uyumlanabiliyor musunuz? Belki de “bolluk bilincinde olayım artık, bu kıtlıktan çok sıkıldım” şeklinde çok dua etmişsinizdir, bolluk bilincinde olan bir insan gelecek, onu da yargılayacaksınız. Bu noktada nasıl yargılamalar olabilir? “Ne kadar savruk bir insan, yeterli birikimi yok, bu yaşına gelmiş kendisine bir ev dahi alamamış, pahalı pahalı arabalar alıp, bütün parasını çarçur ediyor” gibi…
Tetikleniyorsanız, o yaraya henüz dokunmamışsınız anlamına gelir. Diyelim ki; yetersizlik var ve kıtlık bilincindesiniz ve bir insan sürekli size karşı cimrilik yapıyor; eğer tetiklenme varsa, saf gözlerle gözlemleyemiyorsanız o insanı, yaranıza tam olarak dokunmamışsınız demektir.
Eğer insanları yargılıyorsanız, kıtlık bilincine biraz dokunmuşsunuz ama henüz tam zıttını görmeye tahammülünüz olmayabilir. Ve “ben neden burada değilim, buraya hala ulaşamadım” şeklinde yargılamalarınız da olabilir.
Tetik ve yargı varsa tam olarak öz sevgiyi içinizde yeşertmemişsiniz anlamına geliyor, yani kendinizi olduğunuz gibi kabul edememişsiniz anlamına geliyor.
Eğer tetik ya da yargı yoksa, üçüncü yaptığımız şey sevdiğimiz insanlarla birden bir uyumlanma haline giriyoruz, onların duygularını, yaralarını, travmalarını, coşkularını üstleniyoruz ve bizim zannediyoruz. Buralarda sormamız gereken bir soru var:
“Ben nerede bitiyorum, başkaları nerede başlıyor? ‘Ben’ dediğim kendimin sınırları, değerleri, muhakemeleri neler, neyi kabul ediyor neyi edemiyor, içindeki yaraları ne, çocukluktan getirdiği travmaları yaklaşabildiği kadar neler?”
Sonra karşımdakinden etkilendiğimde, “bu benimle mi alakalı? sorusu çok önemli. “Ben nerede bitiyorum nerede başlıyorum, ben nerede bitiyorum karşımdaki nerede başlıyor?”
Üstlendiğimde birden hiç üzülmediğim bir şeye kendimi üzülürken veya hiç tasalanmadığım bir şeye kendimi tasalanırken buluyorum; “bu benim tasam mı; yoksa başkalarının bir duygusu benim üzerime mi yapıştı?” Buraları sorgulamak da çok değerli.
Yaralarının, travmalarının farkında mısın herhangi bir ilişkide? Her ilişkiye girdiğinde, bir insanla herhangi ilişkisel bir düzlemde buluştuğunda kendine yaklaşacağının farkında mısın?
Her ilişkide kendine yaklaşıyorsun, eğer yaralarının, travmalarının ve hangi bilinç boyutlarında yüzdüğünün farkında değilsen, o zaman karşındakinden tetikleneceksin veya yargılayacaksın.
Ama eğer kendine biraz yaklaşmışsan, o zaman saf bilincin gözleriyle yargısız bir şekilde sessiz bir tanık gibi karşındakini gözlemleyebilirsin; böyle bir bakış açısıyla, böyle bir gözlemleme haliyle ne yargı ne de tetik oluyor.
Ve işte o saf düzlemde buluştuğunda, sevginin özgürleştirici gücünden faydalanabiliyorsun, sevgi seni dönüştürüyor, özgürlüğüne kavuşturuyor ve seni özgürlüğüne kavuşturduğu gibi karşındakini de özgürlüğüne kavuşturabiliyor.
“Seni çok seviyorum, oturup dinliyorum konuşuyorum emek harcıyorum bu ilişkiye çünkü uyumlandığımız yerlerimizi görebiliyorum.” Saf bilincin gözleriyle baktım gördüm veya “seni çok seviyorum o yüzden de senin bir avokado ağacı olduğunu görüyorum ve fakat ben tropikal iklimde yeşeremiyorum; kendimi de çok seviyorum, seni de çok seviyorum, o yüzden seni tropikal iklimlere gönderiyorum; eğer sen kendin gitmek istemiyorsan”.
Sevgi dönüştürür, sevgi yeterlidir; bu bakış açısında.
Ancak içimde sevgiyi yeşertmediysem, büyütemediysem, sevgi olgusunun ne demek olduğuna dokunamadıysam ve karşıdan bekliyorsam; sevgi hiçbir işe yaramaz ve ilişkilerde yetersizdir. İlişki dönüşmüyorsa, sıkışmışsa, tıkanıksa bu sebeplerden dolayıdır.
Sevgi bir varoluş halidir, o bir alandır, sevgi bizim cennet dediğimiz yerdir. Eğer sen kendi cennetini kurabilmişsen, herkesi ve her şeyi sevebiliyorsun demektir. Ve herkese ve her şeye kendi cennetini kurma özgürlüğü de verebiliyorsun demektir. Böylesi bir varoluş halindeyse o ilişki, ilişkide bulunduğun insan, sana yeterli gelmiyorsa da çok rahat bırakabilirsin; bir yük olmadan, dramlar yaşamadan, yeniden kendine bir travma yaratmadan.
Ayrılmalar çok daha temiz olabilir; aynı değerlerde, aynı niyetlerde, hayallerde, aynı amaçlarda, yaşam felsefesinde buluşamıyorsan uyuşamıyorsundur. Uyuşamıyorsan da ilişkiyi zorlamanın bir anlamı yoktur; kendini ve karşı tarafı sevdiğin için zorlamazsın, o ilişkiyi.
Dolayısıyla bakılması gereken en değerli yerlerden bir tanesi ilişkilerde kopuşlar veya bitişler olduğunda, bu savaş-kaç tepkisinden mi geliyor? Yoksa sevgi gücünün seni yükseltmesi, seni kendi cennetini yaratmaya doğru yöneltmesinden dolayı mı kaynaklanıyor?
Sorulması gereken sorulardan bir tanesi bu: Çok seviyorum demek, duygusal bir zorlama mı? Seni çok seviyorum, dolayısıyla sen de beni çok sev, biz zorla bir arada olalım, dost olur, arkadaş olur, romantik ilişki olur, patron olur, kardeş olur, anne olur baba olur; yoksa özgürleştirmek mi?
Sevgi özgürleştiriyor mu, zorluyor mu? Yüksüz objektif net gözlerle bakabiliyor musunuz, gözlemleyebiliyor musunuz, insanları? Yoksa kendi yükünüzle mi değerlendiriyorsunuz ilişkiyi ve karşınızdakini?
Kendinizi sevdiğiniz, kendi içinizdeki sevginin uyanışını yaşadığınız, sevgiyi yeşerttiğiniz zaman cennetinizi de yaratmayı öğreneceksiniz ve öğreniyorsunuz da. Sonra kendi cennetini yaratmak isteyen, yaratacak veya kendi cennetini yaratmış insanlarla buluşuyorsunuz. Kendi cennetini yaratmak isteyenler de kendine yaklaşmış, içindeki sevgi olgusunu uyandırmış ve kendinin ne olduğuna yaklaşmış veya bulmuş insanlar.
İlişkilerde sevginin formülü, sevginin yeri bence bu.
Sevgi yeterli mi?
Kendini seviyorsan çok yeterli, kendi içinde sevgini yaratamamışsan hiç yeterli değil, hiçbir işe yaramaz.
Kendimizle olan iletişimimizde, ikili ilişkilerimizde ve romantik özel hayatlarımızda akışkan olup, derinleşebilmemiz için yepyeni bir dil öğrenmek durumundayız; Aşkın Yeni Dilini.
Tıpkı yabancı bir dil öğrenir gibi hem kendimizle hem de romantik ilişkilerimiz dahil tüm ikili ilişkilerimizde yepyeni bir dile geçiyoruz. Aşk ve tüm ikili ilişkilerde yeni ufuklar, yeni fırsatlar, yeni seçimler ve taze başlangıçlar yapmak istiyorsanız; gelin, aşkın bu yeni dilini hep birlikte deşifre edelim.
Aşkın Yeni Dili’ne Geçiş Atölyesi’nde, kalbinizi duyup, duyurabilecek; kelimelerde ve eylemlerde sevgiyi dolu dolu hissedecek; aşka dair her konuda, hayatınızda yeni alanlar açacaksınız.
Bu çok özel Atölyemize MO Store’dan ulaşabilirsiniz.
Kaynak: Meditasyon Okulu Youtube Kanalımızın “İlişkilerde Denge Sohbetleri 3. Bölüm – İlişkilerde Sevgi Yeterli Mi?” yayınından derlenmiştir.