Gündelik yaşamda bilinenin sınırlarından özgürleşerek belirsizliğin sihri ile yepyeni dünyalara esnek bir zihinle açılmanıza destek olmak adına bu haftaki blogumuzda bir kitap alıntısına yer veriyoruz.
Deneyimlediğiniz gerçeklik, beklentilerinizin bir yansımasıdır.
Eğer her gün aynı gerçekliği yansıtırsanız, gerçeğiniz de her gün aynı olur.
Dikkat kusursuz olduğunda, kaos ve karışıklıktan düzen ve berraklık yaratır.
Arthur kral olduktan sonra, kristal mağarada yaşadıklarını yalnızca bir kişiyle paylaştı; Guinevere. Merlin tekrar ortaya çıkmadan yıllar önceydi ve Guinevere onu aşağı yukarı bir “unicorn” veya diğer bir mitolojik hayvan kadar ancak hayal edebiliyordu.
“Eğer doğduğu söylenen karanlık Galler Dağları kadar ürkütücü ise onunla karşılaşmaktan korkarım herhalde.”
“Sandığın gibi değil” diye karşılık verdi Arthur. “O, beklediğin veya umduğundan farklı.”
“Lordum, Fransa kralının sarayında büyücülere veya o isimlerle çağrılanlarla karşılaştım.” Dedi Guinevere. “Onlar çok zekice hareket edip, sanki bizim göremediğimiz şeyleri görüyorlarmış gibi başlarını sağlayan, yaşlı, uzun beyaz sakallı adamlar değiller mi?”
Arthur gülümsedi. “Öyle büyücülerle de karşılaştım ama Merlin onlardan değil. ‘Ona bir keresinde sen ve ben nasıl farklı olabiliriz ki? Benim için ikimiz de nehrin kıyısına uzanmış akşam yemeği için balık avlayan iki insanız’ dedim. Bana baktı ve başını salladı. ‘Burada uzanan 2 kişi olduğumuz doğru, ama senin tüm gerçekliğin bu bulunduğumuz çevre. Benim gerçekliğinde ise nehir, ağaç ve çevremizdeki her şey bilincimin ufkundaki ufak bir nokta.’ ”
Guinevere, “eğer gerçekten bizimkinden ayrı bir dünyada yaşadıysa, ona nasıl ulaşabileceğimizden hiç bahsetti mi?” diye sordu.
“Evet” dedi Arthur. “Bizim gerçekliğimizin -ağaç, nehir, orman- tamamıyla bir yanılsama, zihnimizin bana zorla kabul ettirmiş olduğu özel bir sanrı (halüsinasyon) olduğunda ısrar ederken, kendi dünyasının ışık dünyası olduğu için herkese açık olduğunu söyledi.”
Guinevere’nin kafası karışmıştı. “Ama sen ve ben içinde bulunduğumuz bu odayı, bildiğimiz diğer herkes gibi görüyoruz. Bunun bir yanılsama olduğunu sanmıyorum.”
“O zaman sana bir şey göstereceğim.” dedi Arthur. Kraliçeden odadan ayrılmasını ve gece yarısına kadar gelmeyeceğine söz vermesini rica etti. Guinevere söyleneni yaptı, döndüğünde tüm mumlar sönmüş, kadife perdeler çekilmiş, odayı zifiri karanlık kaplamıştı. “Korkma, ben buradayım.”
“Lordum, ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu Guinevere.
“Bu odayı ne kadar iyi bildiğini anlamak istiyorum.” dedi Arthur. “Bana doğru yürü ve etrafında nelerin olduğunu söyle, ama hiçbir şeye dokunma.” Karısı bunun çok garip bir sınav olduğunu düşündü, ama söyleneni yaptı.
“Şu yatağımız ve şuradaki de karşı kıyıdan getirdiğim meşe çeyiz sandığı. Köşede uzun, işlemeli İspanyol demirinden yapılmış mumluk duruyor ve duvarlarda da karşılıklı olarak iki goblen.”
Eşyaları çarpmamaya dikkat ederek ilerleyen Guinevere, yastığına kadar kendisinin döşediği odayı en ince ayrıntısına kadar anlatabiliyordu.
“Şimdi bak” dedi Arthur. Bir, iki ve sonra üç tane mum yaktı. Guinevere etrafına bakınırken odanın bomboş olduğunu görünce şaşırmıştı. “Anlayamıyorum” diye mırıldandı.
“Tarif ettiklerin olanlar değil, olmasını umduklarındı. Ancak, beklentiler kuvvetlidir. Işık olmadan bile umduğunu görüp ona göre tepki verdin. Odayı aynı hissetmedin mi, etrafa çarpabileceğin yerlerde temkinli yürümedin mi?” Guinevere başını sallayarak onayladı. “Gün ışığında bile” dedi Arthur “görmeyi, duymayı ve dokunmayı beklediğimiz şeylere göre yürüyoruz. Her deneyim, bir gün, bir saat veya bir saniye önceki anılarımızla beslediğimiz bir sürekliliğin üzerinde kuruludur. Eğer tamamıyla beklentisiz görebilsem, önemsediğim şeylerin gerçekliğini yitireceğini söyledi Merlin. Büyücünün, ışık geldikten sonra gördüğü dünya gerçek dünyadır. Bizimki ise karanlıkta el yordamıyla bulduğumuz gölge bir dünyadır.”
Büyücü kendini bilinenlerden tamamıyla kurtarmıştır. Büyücü için tek özgürlük bilinmeyendedir; çünkü bilinen her şey geçmiş ve ölüdür. “Neden hep senin dünyanın bir hapishane olduğunu söylüyorum, biliyor musun?” diye sordu Merlin. “Dünkü zihnin kavrayabileceği her şey sınırlıdır. Bir deneyimi sözcüklerle sınırladığında veya düşüncelerle kısıtladığında veya ‘biliyorum’ dediğinde muhteşem ve görünmeyen bir şeyler kaçıverir. Sınırlar kafeslerdedir; gerçek ise elinde titreyen çok hassas bir kuştur. Çok uzun süre elinde tutarsan ölür.”
Bilinmeyenin sizi özgürlüğe götüreceği doğruysa, egonun da kendini sınırlarla daha rahat hissettiği doğrudur. Zihinleriniz aynı düşünceleri günbegün tekrarlıyor. Bu düşünceler sizin birer yansımanızdır, ancak egonuz onları gerçek sanıyor.
“Bir ağacın ağaç, duvarın duvar, dağın da dağ olduğu ortada değil mi?” diye sorar ego. Ancak bunlar sadece bir bilinç durumunda gerçektir: Uyanıklık. Rüyadayken bir çayırda oturup, dağların üzerinden geçen bulutları seyredebilirsiniz. Uyandıktan sonra da bulutlar ve çayırın, beyin hücrelerinin rastgele ateşlemelerinden oluşarak hızla kayıp geçen görüntüler olduğunu fark edersiniz. Uyanıklığın da bunun gibi olmadığına dair bir delil yoktur. “Gerçek” dağlar, çayırlar ve bulutların, beyninizde oluşan görüntülerinin dışında hiçbir denenebilir gerçekliği yoktur.
Merlin dışarıdaki dünyayı yanılsama diyerek ortadan kaldırınca Arthur derinden sarsılmıştı. “Ama çevremdeki şeylere dokunuyor ve katı olduklarının görüyorum. Kafamı bir kayaya çarparsam ezilir” diye karşı çıktı.
“Görüntüler sadece görünmekle kalmazlar” diye tekrar hatırlattı Merlin. “Bir rüyada nesnelere dokunup tüm duyularını deneyimleyebilirsin.”
“Peki öyleyse niye uyanık olmakla rüya görmek arasında ayrım yapıyorum? Neden insanlar birine gerçek deyip, diğerine yanılsama diyorlar?”
“Alışkanlık. Eğer bilgiyi büyücüden alsalardı, şu anda rüyalarında yaptıkları şeyleri uyanıkken de nasıl yapabileceklerini öğrenirlerdi. İşte o zaman sınırlar kalkar ve gerçek, gölge hapishanenden çağırırdı seni.”
Hepimiz yeni ve bilinmeyen şeyler yaşarız ama pek azımız bilinmeyeni bizi çağıran bir güç olarak görürüz. Bilinmeyenler başka bir gerçekliğin ipuçlarıyla doludur. Bu ipuçları nelerdir? Onlar her an değişir; ancak dünyanın size sunduğu herhangi bir şeyi dikkatlice incelediğinizde, kendi benliğinizin tekrar berraklaşmaya başladığını göreceksiniz. Tesadüfi diye görünen olaylar, sanki bir yönünün, ‘ben buradayım. Beni bulabilir misin?’ diyormuş gibi anlam kazanacak. Tesadüfi karşılaşmalar, beklenmeyen rastlantılar, gerçekleşen önseziler, arzuların anında doyuma ulaşması, önceden kestiremediğimiz sevinç parlamaları, derin bir anlam duygusu, güvenin doğuşu; tüm bunlar bir gün gerçeğin bizi kendi yarattığımız hapishanelerden çıkarırken alabileceği şekillerdir. Bu çağıran sesi dinlemeyebiliriz. Seçim tamamen kişiseldir. Paslı ama tanıdık olan bilinen ile, taze, sınırsız olanaklar alanı olan bilinmeyen arasında kalbimizin derinliklerinde bir seçim yapılmalıdır.
Her şeyi unutup, hiçbir şey beklemezsiniz, sizi daha üst bir gerçeklikten uzaklaştıran sınırların silikleştiğini göreceksiniz. Bu daha üst gerçeklik, her gün gördüğünüz ve yaşadığınız bilinen gerçeklik tarafından ağlarla örülmüştür; ikisini birbirinden ayıran bir mesafe yoktur. Ama milyonlarca kilometre uzaklıkta da olabilirler.
Gerçeğin hep aynı, olduğu gibi kalmasında, alışkanlık ve miskinlik ile birlikte daha çok korkunun rolü vardır. Guinevere’nin geçtiği sınavın bir şeklini de siz deneyin. Zifiri karanlığın olduğu bir gecede bildik bir odanın ortasında durun. Şimdi çarpmadan, odadaki eşyalara olabildiğince yakın yürüyün. En bildik odada bile korkusuzca yürümenin zorluğunu göreceksiniz. Çoğumuz getireceği belirsizlikten dolayı körlükten korkarız. Yüreğimiz, düşme veya etrafı yıkma düşüncesine karşı koyar.
Ancak bilinenin sizi korkudan kurtaramayacağından başka neyi kanıtlıyorsunuz ki? Odanızı bilmenize rağmen korku oradadır ve gün ışığında bile korku vardır, sadece biraz daha derine gömülüdür. Korkunun ortaya çıkması için karanlıktan daha başka bir şey bekliyoruz; Bir kaza, gündelik yaşamda bir sekme, güvenliğin aniden ortadan kalkması. Bilinenlerin dünyasında kendimizi ne kadar rahat hissettiğimiz önemli değildir, bir felaketin olabileceği korkusu bilinçaltınızdan hiç çıkmaz.
Bilinmeyenin tadına diğer bir deneyle de bakabilirsiniz. Mutfakta gözlerinizi bağlayın ve oturun. Şimdi bir arkadaşınızdan 3 tane meyveyi ne olduklarını söylemeden önünüze koymasını isteyin. Arkadaşınızın bir kaşık veya bir parça meyveyi ağzınıza koymasıyla meyvelerin tadına bakın. Her meyvenin ne olduğunu hemen anlayacaksınız, ama aynı zamanda meyveleri ne olduklarını anlamadan hemen önceki belirsizlik anında, varlığını unuttuğunuz yeni bir şeyler -umulmayan bir dokunuş, değişik koku, ince bir tat fark edeceksiniz.
Bu, belirsizliğin sihri ve gücüdür. Olanlardan emin olduğunuz sürece sınırlarla yaşıyorsunuzdur. Ayrıca emin olduğunuzu sandığınız şeylerin de keşfedilmemiş yeni yönleri vardır. “Tanrı bu dünyayı yarattı” dedi merlin. “Tanrının dikkatinin dünyanın üstünde olması için dünya yeterince ilginç olmalıdır. Eğer olaylar sıkıcı olmaya, paslanmaya veya bildik olmaya başlarsa, bu belki de senin ilginin azaldığını gösterir.” Belirsizliğe yelken açmak onun zor kabul edeceği bir şeydir ama büyücünün dünyasına açılan tek yoldur.
Bambaşka dünyalara yollar açılırken ve yepyeni alanlar yaratılırken, zihni esnetip, bilinen dünyanın sınırlarından, egonun ve sabit zihnin hapishanesinden de özgürleşiyoruz. Bu özgürleştirici ve aynı zamanda yoğun dönemde bambaşka alemlerden ve zaman çizelgesinden akan ilhamlarla ve belirsizliğin sihri ile kaçınılmaz değişime ön hazırlık yapmak için 8/8 Aslan Enerji Portalı Atölyesi & Meditasyonu’na hepinizi bekliyoruz.
Detaylar ve katılım için MO Store’u ziyaret edin.
Kaynak: Deepak Chopra, Büyücünün Yolu, sayfa 105-110