Skip to content Skip to footer

İlişkilerde Beklenti Olmalı mı?

İlişkilerde Denge Sohbetleri serisinin son bölümünde temamız, ilişkilerdeki beklentilerimizBeklentiler hayatın en büyük teması. 

Neyi, ne kadar beklemeliyim?

Kendimden neleri, ne kadar beklemeliyim?  

Karşımdakinden neyi, ne kadar beklemeliyim?  

Neyi, ne kadar dile getirmeliyim, dile getirdiklerimi ne kadar teslim etmeliyim? 

Nerede diretmeliyim, tutturmalıyım? 

Beklentilerimin neresi öz değer, neresi tutturma, şımarıklık ve sorumsuzluk olacak?  

Buralar kafalarımızın karıştığı yerler ve bu serinin adını “ilişkilerde denge” koymamın sebebi ise; psikolojik ve spiritüel tüm kavramlar, kendi içerisinde, içi dolu bir şekilde ve dengeli bir halde kullanıldığında anlam kazanıyor.

Eğer içi dolu ve dengeli değilse, ilişkilerde de denge olmuyor. İlişkilerin üzerine konuşulan, kurulan okuduğunuz kişisel gelişim kitaplarında tarif edilen bazı kurallar var: “karşındaki sen sana  yansıtıyor.”

Ama ben nerede bitiyorum? Beni bana nerede yansıtıyor? Nerede tamamen karşımdakiyle alakalı? Ve ben bunları nereden bileceğim? 

İşte burada kavramların da içini doldurarak, kendi içinde dengeli hale oturttuğumuzda, sağ ve sol beynimizi düzgün bir şekilde kullanabildiğimizde, bunları içselleştirdiğimizde bu kavramlar havada kalmayacak. Kendimize yaklaşmak için de elimizden gelen her şeyi yapmış olacağız.

Dolayısıyla, ilişkilerde denge sohbetlerinde son kapanış temamız, beklenti işin içerisinde nerede?  

İkili ilişkilerimizde beklentimiz nerelerde?  

Ben neleri bir insandan bekleyebilirim, neleri kesinlikle bekleyemem?  

Ve kendim nerelerde sorumluyum, sorumluluklarım nerelerde başlıyor, nerede bitiyor? 

Tüm bu soruların cevaplarını toplayıp, ilişkilerde denge konusunu nihayetine erdirmek istiyorum. 

Şimdi, beni bir başka insanın mutlu etmesini, huzursuz zihnime huzur getirmesini, alarm halindeki sinir sistemime bir dinginlik getirmesini bekleyemem.

Bunlar bilindik cümleler gibi olsa da vakti geldiğinde bir insana “benim huzurumu kaçırdın” deyip, aslında bana huzur getirmesini beklediğimi görebiliyorum.

Veya “ben senden önce ne kadar mutluydum, sen hayatıma girdikten sonra çok mutsuzlaştım” diyebiliyorum.

Bunlar gerçekler mi? Hayır değil; sorumluluğumuzu almadığımız cümleler. 

Dolayısıyla bir insandan beni mutlu etmesini, en derin yaralarımı gelip sarmasını, iyileştirmesini, şifalandırmasını bekleyemem.  

Peki, kendi sorumluluğum nerede başlıyor?

Kendime yaklaşmakla başlıyor. Derin yaralarımı bilmekle ve bu derin yaraları kendi kendime şifalandırmak için adımlar atmakla başlıyor.  

Örneğin; benim bir öz değersizliğim varsa, bir başka insanın beni değerli hissettirmesini bekleyemem. Bir insan beni değerli hissettirebilir geçici olarak, sonrasında başka bir şey yaparak değersiz hissettirebilir. Eğer bir insan benim en derin yarama dokunabiliyorsa, orada anlık bir dönüşüm yaratabiliyorsa, aynı şekilde beni diğer yöne doğru da çekebilir. Bir insan beni değerli hissettiriyorsa, aynı kişi beni bir o kadar değersiz hissettirebilir. Benim üzerimde belli bir gücü var demektir ve o gücü de ben vermişim demektir.

Örneğin; içimde bir türlü dindiremediğim veya ne yapacağımı bulamadığım egzistansiyal bir yalnızlık duygusu varsa, bir insanın veya bir grup insanın benim bu yalnızlığımı şifalandırmasını bekleyemem. O an için belki yoldaşım olurlar, yalnızlığımı paylaşırlar, ama tekrar tek başıma kaldığımda, egzistansiyal olarak içeride derinlerde olduğu için, ben yine o yalnızlık duygumla baş başa kalacağım. Ve insanlara sürekli ihtiyaç duyacağım, öyle değil mi?

Dolayısıyla insanlardan benim en derin yaralarımı şifalandırmasını kesinlikle bekleyemem.  

Ama ikili ilişkide olduğum insanlardan neyi bekleyebilirim?

Yaralarıma, özel alanıma, sınırlarıma saygı göstermelerini bekleyebilirim ve beklemeliyim de.

Bunu talep etmeliyim ve bunu göstermeyenleri de zaten hayatımdan çıkarmalıyım.  

Yaralarım hakkında konuşurken, kırılganlığımı dile getirirken bana alan tutmalarını bekleyebilirim.

Bir anda akıl hocalığına girmeden, bana önerilerde bulunmadan, “şunu şöyle yapmalısın, böyle yapmalısın, şuraya gitmelisin, şöyle yemelisin, şunu içmelisin” demeden sadece şefkatli ve saygı dolu bir şekilde alan tutmalarını bekleyebilirim.  

Beni dinleyebilmelerini bekleyebilirim. “Beni lütfen dinleyebilir misin? Önce ben konuşacağım, şimdi konuşmak için zamana ihtiyacım var, sonrasında ben seni dinleyeceğim.” 

Karşılıklı saygı çerçevesinde iletişimde bulunmayı bekleyebilirim.  

Ve beklentilerimi de dile getirmeliyim, “ben ilişkiden bunları bekliyorum, üzerime düşeni de yapacağım; senin de olgunlukla davranıp, kendi üzerine düşenleri yapmanı bekliyorum.”  

İnsanlardan olgunluk, saygı, anlayış beklemeliyiz. Ve bunları kendimize verdiğimiz sürece geleceğini de bilmeliyiz.

Ben kendime ne kadar saygı gösteriyorsam, öz değer seviyem neredeyse, kendime ne kadar şefkatliysem, öz şefkat seviyem neredeyse, kendime ne kadar anlayışlıysam karşı taraf da ancak o kadar değer, şefkat ve anlayış gösterecek bana, bunu da bilmeliyim.  

Şimdi ben nerede bitiyorum, başkaları nerede başlıyor?

Öğrenmek için kendime yaklaşmam gerekiyor; benim en derin yaralarım neler? Ailede, çocuklukta, karmik, enerjetik, zihinsel, psikolojik, duygusal en köklü ve en derin yaralarım, döngülerim neler?

Bunları bilmek benim sorumluluğum ki; nerede bitiyorum, karşı taraf nerede başlıyor, ben neredeyim, ne, ne kadar benimle ilgili, ne, ne kadar karşı tarafla ilgili bunları daha net görebileyim. 

Örneğin varsayalım ki; bende çok derin bir ikinci plana atılma yarası var, çocukluğumda sürekli ikinci plana atıldığımdan buna dair çocukluktan gelme bir yaram var. Bunun farkındayım ve üzerinde çalışıyorum, dolayısıyla bir insan, onu niyet etmese de bir davranışıyla beni ikinci planda hissettirdiğinde, “zaten beni mutsuz ediyorsun, bana neden ikinci insan muamelesi yapıyorsun” demek yerine, “tamam, bunlar kendi yaralarım ve şu anda karşı taraftan gelen bir yansıma” diyebiliyorum. 

Veya örneğin; bende böyle bir durum yok, her zaman evde birinciydim, annemin ve babamın prensesiydim, ikinci plana atılma gibi bir yaram mevcut değil; fakat karşı taraf “neden beni ikinci plana atıyorsun?” dediğinde, burası benimle alakalı değil, karşımdaki insanın, eşim-dostum-iş arkadaşım-sevgilim veya her kimse, bu insanın galiba çocukluktan getirdiği bir paketi var, paketin içerisinde de ikinci plana atılma yarası var; benimle alakalı değil; dolayısıyla tetiklenmiyorum, kişisel almıyorum.

Ama ne bekliyorum? Kendisinin bunu fark edip, bana projekte etmeden üzerinde çalışmasını bekliyorum.

Eğer bana projekte ederse de ben, öz saygısı-öz değeri olan ve merkezinde bir insan olarak karşı tarafa “farkında mısın… sende böyle bir şey olabilir mi? Bunu bir bilenle görüşmek, konuşmak ister misin?” diyebiliyorum.  

Dolayısıyla buradaki denge: Ben neredeyim? Benim yaralarım neler? Karşıdan projeksiyon geldiğinde “bu benimle ilgili” veya karşıdan bir tetik, bir projeksiyon bir şey geldiğinde “bu hiç benimle ilgili değil, karşı tarafla alakalı” diyebilmeliyim.  

İkili ilişkilerde dengeyi kurmak için aslında “benim paketim ne” sorusunun cevabını çok net biliyor olmam lazım. Nereye gidersem gideyim kendi yaramla, kendi duygumla, kendi enerjimle, kendi düşüncemle gideceğim; dolayısıyla geçmişimden kaynaklanan sorunlarımda mekânların, insanların hiçbir suçu yok. 

İlişki terapistliğinde bize şunu öğretmişler, aklınızda bulundurun demişlerdi:

Bir tetik geldiğinde, içinizde bir acı hissettiğinizde ya da danışanınız karşınızda kendi yarasıyla, acısıyla, derdiyle ilgili bir şey anlattığında bilin ki olayın, açtığınız paketin %70’i geçmişiyle, %30’u şu anda olanla alakalı.

%70’e, geçmişe bir bakın, ne getiriyor? O yüzden terapilerimizde %30-%70 kuralımız vardır. Herhangi bir tetikle gelindiğinde “tamam tetiği bir anlat”, şu anda olan buzdağının ucu, %70’i aşağıda, suyun altında, oraya bakmamız lazım. “Bana çocukluğunu anlat” hikayesinin özeti bu. 

Ancak benimle beraber bu maceraya çıkmış sizler, aslında sorumluluğunuzu bilen insanlarsınız, belki de beklentiler işin içine girdiğinde kafalar karışıyor olabilir, bundan dolayı son bölümün ismini beklentiler koydum.

Zira hem spiritüellikte hem psikolojide ama daha çok neospiritualizmde “beklentiye girmeyin” diye bir kavram var.

Tabi ki bazı şeyleri karşıdan bekleyeceğim. Bazı beklentilerimiz olmalı ki; sağlıklı ve dengeli ilişkiler kurabilelim. Bir saygı beklentim olmalı, özel alanıma, sınırlarıma tecavüz edilmemesini beklemeliyim, bir derdim varken dinlenilmeyi, duyulmayı beklemeliyim.  

Ve şunu da bilmeliyim ki; kendimi duyabildiğim kadar karşı taraf beni duyacak, kendimi algılayabildiğim kadar karşı tarafa kendimi algılatacağım ve aynı zamanda da kendime anlayış, şefkat gösterdiğim, değer verdiğim kadar değer verileceğim. Bir başkası bana kendimi değerli hissettirme gücüne sahipse, değersiz hissettirme gücüne de sahip demek.

İşte burada bazı kavramları iyice oturtarak, içini doldurarak dengeyi kurabiliyoruz.  

Kendinize yaklaşmanın, şifanın sürdürebilir halinin yollarını mutlaka araştırın, bulun, yaratın, çalışın, sorumluluğunuzu alın.

İlişkilerinizde ve özel hayatlarınızda daha sağlam, merkezinizde, olgun bir şekilde kalabilmeniz için yeni programlar oluşturuyoruz, destek için buradayız. 

Sağlıklı beklentilerle, dengeli ilişkiler kurabilmeniz dileklerimizle … 

Kaynak: Meditasyon Okulu Youtube Kanalımızın “İlişkilerde Denge Sohbetleri 5. Bölüm – İlişkilerde Beklenti Olmalı Mı?” yayınından derlenmiştir.